Tuesday, July 31, 2007

Çoklu Zeka Kuramı ( Mı Theory )


Eğitime yeni bir yaklaşım getiren çoklu zeka kuramı ( Multiple Intellegence MI Theory ), Harward Üniversitesi öğretim üyelerinden Howard Gardner tarafından 1983 yılında geliştirilmiştir.


Günümüzde eğitim ve psikoloji alanındaki gelişmelerle birlikte bireylerin neler yapabildiğinden çok, neler yapabileceği düşünülmelidir. Çoklu zeka kuramı da bu amaçla yeni pedagojik yöntemlerin düşünülmesi için ortaya atılmıştır. Gardner, zekayı “problem çözme kapasitesi ya da değerli bir veya birden çok kültürel yapı ürününe şekil vermek” olarak tanımlamaktadır.

Gardner’a göre çoklu zeka kuramının temelinde biyolojik ve kültürel boyutlar yer almaktadır.


Zekanın gelişmesinde avantaj ve dezavantaj yaratan çevresel etkenler vardır. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir.


1- Kaynaklara ulaşım şansı : Aile çok fakirse çocuk keman, piyano gibi müzikal zekayı geliştirebilecek enstrümanlara ulaşamadığından bu zekanın güçlenmesi, gelişmesi zorlaşabilir.


2- Tarihsel, kültürel faktörler : Okulda matematik ve fene dayalı programlar önemseniyorsa, öğrencinin mantık, matematik zekası gelişebilir.


3- Coğrafi faktörler : Köyde yetişmiş bir çocuk apartmanda büyümüş bir çocuğa oranla bedensel zekasını daha çok geliştirebilir.


4- Ailesel faktörler : Ressam olmak isteyen bir çocuğun ailesi avukat olmasını istiyorsa çocuğun dil zekası desteklenecektir.


5- Durumsal faktörler : Kalabalık bir ailede büyümüş ve kalabalık bir ailede yaşayan bireyler doğalarında sosyallik olmadıkça kendilerini geliştirmek için daha az zamana sahip olurlar.


Buradan da görüldüğü gibi, bu etkileşimler ve bunlara bağlı olarak zekanın değişik boyutları artırılabilir. Zekanın farklı boyutları olmakla birlikte bu boyutlar birbirlerinden çok ayrı yapılar ya da özellikler değildir. Örneğin bir futbol oyuncusu bedensel zekayı koşarken, yakalarken ve vururken; uzamsal (şekil-uzay) zekayı, sahayı, diğer oyuncuların pozisyonlarını düşünürken; dil ve sosyal zekayı oyun kurallarını öğrenirken ve takım arkadaşlarıyla paylaşırken; özedönük (kişisel) zekayı kendini değerlendirirken kullanmaktadır.


Çoklu zeka kuramında 8 çeşit zeka belirlenmiştir. Bunlar :


1- Sözel – Dil


2- Mantık – Matematiksel


3- Şekil (Görsel) – Uzay (Uzamsal; Alansal)


4- Müziksel – Ritmik


5- Bedensel – Kinestetik


6- Kişilerarası - Sosyal


7- Kişiye dönük (İçsel ; Özedönük)


8- Doğa


ÇOKLU ZEKA TEORİSİ HANGİ TEMELLERE DAYANIR ?


Çoklu zeka teorisi aşağıdaki temelleri esas alır (Armstrong, 1994)


1- Her insan, çeşitli zeka alanlarının tümüne sahiptir. Çoklu zeka teorisi, insanda yalnızca tek bir zekanın geçerliliğini belirlemek yerine, her insanın bütün zeka alanlarında yeteneğinin olduğu görüşünü benimsemektedir. Ancak, her insanda söz konusu olan bu zeka alanları değişik düzeylerde bulunabilmektedir.


2- Her insan, çeşitli zeka alanlarından her birini yeterli düzeyde geliştirebilir. Çoklu zeka teorisi, yeterli ve uygun destek , imkan ve

eğitim sağlandığında, gerçekte her bireyin zeka alanlarının hepsini oldukça yüksek bir düzeyde geliştirebilme kabiliyetine sahip olduğunu ileri sürmektedir.


3- Çeşitli zeka alanları, genellikle, bir arada karmaşık bir yapıda çalışırlar. Genellikle, gerçek hayatta hiçbir zeka alanı tek başına var

olmaz. Çeşitli zeka alanları birbirleri ile sürekli olarak etkileşim içindedirler. Örneğin, bir yemeği pişirecek bir kişinin önce tarifi okuması ve anlaması (sözel-dil zeka alanı), yemek tarifini oluşturan elementleri tasniflemesi ve yemeğe karışım oranlarını hesaplayabilmesi (mantıksal-matematiksel zeka alanı) ve yemeğin kendi damak zevkine uygunluğu (kişisel zeka alanı) yanında, ailedeki bütün fertlerin memnuniyetini de sağlayabilmesi (kişilerarası zeka alanı) gerekir. Yine, benzer bir şekilde, basketbol oynamakta olan bir kişinin koşmak, topu başkasına atmak ve topu yakalamak gibi özellikleri içeren bedensel-kinestetik zekaya sahip olmasının yanında, bu kişinin kendisini oyun sahasına adapte edebilmesi için görsel-uzaysal zekaya ve oyunda ortaya çıkabilecek muhtemel anlaşmazlıkların çözümü için kişilerarası zekaya sahip olması gerekmektedir.


4- Bir kişinin her alanda zeki olabilmesinin bir çok yolu bulunmaktadır. Bir kişinin belli bir zeka alanında zeki sayılabilmesi için eğitimcilerce benimsenmiş standart sayılabilecek birtakım nitelikler söz konusu değildir. Örneğin; sözel-dil zekasına sahip bir kişi okumayı çok iyi beceremeyebilir fakat çok geniş bir kelime haznesine veya çok iyi hikaye yazma ve anlatma kabiliyetlerine sahip olabilir.


1- SÖZEL – DİL ZEKASI

Bu türdeki zeka, bir insanın kendi dilini, gramer yapısına, sözcük dizimine, kavram telaffuzuna ve sözcüklerin anlamına uygun olarak büyük bir ustalık ve beceri ile kullanmayı gerektirir. Bu zekası kuvvetli olan bir öğrenci;


1- Diğer öğrencilerden daha iyi yazar.


2- Uzun hikayeler ve fıkralar anlatır.


3- İsimler, yerler ve tarihler ile ilgili iyi bir hafızaya sahiptir.


4- Sözcükleri anlamlarına uygun bir biçimde kullanır.


5- Yaşına göre iyi bir kelime haznesine sahiptir.


6- Başkalarıyla yüksek düzeyde sözel iletişime girer.


7- Tekerlemeleri, anlamsız ritimleri ve sözcük oyunlarını sever.


8- Okumayı sever.


9- Dinleme becerisi yüksektir; dinleyerek daha iyi öğrenir.


10- İyi bir hafızası vardır.


2- MANTIKSAL – MATEMATİKSEL ZEKA


Bu tür zekaya sahip olan insanlar, mantık kurallarına ve benzerliklerine, neden-sonuç ilişkilerine ve bunlara benzer soyut işlemlere karşı çok hassas ve duyarlıdırlar. Bu kişiler kategorilere veya sınıflara ayırarak, genelleme yaparak, hesaplayarak, mantık yürüterek ve soyut ilişkiler üzerinde çalışarak iyi şekilde öğrenirler. Mantıksal – matematiksel zekası kuvvetli bir öğrenci ;


1- Olayların oluşumu ve işleyişi hakkında çok soru sorar.


2- Soyut ve kavramsal düşünebilir.


3- Bilgiler arasında bağlantılar kurar.


4- Güçlü bir muhakemesi vardır.


5- Satranç ve briç gibi oyunları oynamaktan zevk alır.


6- Matematiksel problemleri kafasında kolayca ve çabucak çözer.


7- Matematik dersini sever.


8- Matematiksel hesaplama oyunlarını ilginç bulur.


9- Mantıksal bulmacaları çözmeyi ve satranç veya dama gibi stratejik

oyunları oynamayı sever.


10-Olayları ve nesneleri kategorilere ayırmayı veya onları hiyerarşik olarak

düzenlemeyi sever.


11- Yüksek düzeyde bilişsel düşünme becerisi içeren deneylere katılmayı

sever.


12-Yaşıtlarına kıyasla soyut düşünebilme ve sebep-sonuç ilişkisi kurabilme

kabiliyetleri çok iyi gelişmiştir.


3- GÖRSEL – UZAYSAL ZEKA


Bu tür zeka alanı, bir bireyin objektif olarak gözlemleme veya görsel ve uzaysal fikirleri grafiksel olarak sergileme kabiliyetlerini içerir. Bu zekaya sahip olan insanlar, renge, çizgiye, şekle, biçime, uzaya ve bu olgular arasındaki ilişkilere karşı aşırı duyarlıdırlar. Bu kişiler varlıkları veya olguları görselleştirerek veya renklerle ve resimlerle çalışarak en iyi şekilde öğrenirler. Bu zekası kuvvetli olan bir öğrenci;


1- Haritaları, çizelgeleri ve diyagramları yazılı materyallerden daha

kolay okur.


2- Sanat içerikli etkinlikleri sever.


3- Arkadaşlarına oranla daha çok hayal kurar.


4- Yaşına göre yüksek düzeyde beceri gerektiren figürleri ve resimleri

çizer.


5- Filmleri, slaytları ve diğer görsel sunuları izlemeyi tercih eder.


6- Bulmaca çözmekten hoşlanır.


7- Renklere karşı çok duyarlıdır.


8- Resimli yayınlardan daha çok hoşlanır.


9- Elinde bulunan materyallere bir şeyler çizer.


10- Daha önce gittiği yerleri kolay hatırlar.


11- Yaşına göre ilginç üç boyutlu yapılar veya modeller oluşturur.


12-Okurken kelimelere oranla resimlerden daha çok öğrenir.


13-Varlıkların görsel imgelerini çok iyi çizer.


4- MÜZİKSEL – RİTMİK ZEKA


Bu zeka türü ile bir kişinin bir müzik parçasındaki ritme, akustik düzene, melodiye, müzikteki iniş ve çıkışlara, müzik aletlerine ve çevreden gelen seslere olan duyarlılığı kastedilir. Bu zeka türündeki bireyler en iyi ritim, melodi ve müzikle öğrenirler. Bu zekası kuvvetli olan bir öğrenci ;


1- Şarkıların melodilerini çok iyi hatırlar.


2- Güzel şarkı söyleyebilme sesine ve yeteneğine sahiptir.


3- Bir şarkının makamını, notalarını, eslerini ayırdedebilir.


4- Öğrendiği şarkıları paylaşmak ister.


5- Herhangi bir müzik aletini çok iyi çalar ya da bunun eğitimini almak

ister.


6- Konuşurken veya hareket ederken elleri ve ayakları ile ritim tutar.


7- Farkına varmadan kendi kendine mırıldanır.


8- Ders çalışırken farkında olmadan masaya vurarak ritim tutar.


9- Çevresindeki seslere duyarlıdır.


10-Bir şarkı duyduğunda farkında olmadan ona eşlik eder.


11- Müzik çalan bir ortamda daha verimli çalışır.


5- BEDENSEL – KİNESTETİK ZEKA


Bu tür zeka alanı, koordinasyon, denge, güç, esneklik ve hız gibi bazı fiziksel özelliklerin yanısıra, dokunsak nitelikteki bazı becerileri de içermektedir. Bu zeka türüne sahip bireyler, yaparak-yaşayarak, dokunarak ve hareket ederek en iyi şekilde öğrenirler. Bedensel – kinestetik zekası kuvvetli olan bir öğrenci ;


1- Duygularını belirgin olarak vücut diliyle ifade eder.


2- El becerileri iyidir.


3- İnsanlara, canlı ve cansız varlıklara dokunmaktan hoşlanır.


4- Bir veya birden fazla sportif faaliyetlerde başarılıdır.


5- Bir yerde uzun süre kaldığında hareket etmeye, kımıldamaya ihtiyaç duyar.

Sünnet AIDS’ten koruyor


Sünnetin, AIDS bulaşma riskini en az yarı yarıya azalttığı bildirildi.“The Lancet” dergisinin son sayısında çıkan makaleye göre, Kenya ve Uganda’da yürütülen iki araştırma, sünnetle AIDS arasındaki ilişki konusunda daha önce Güney Afrika’da yapılan araştırmayı doğruladı.
Kenya’nın Kisumu bölgesinde 18 ila 24 yaşlarında 1391’i sünnetli 2784 erkek arasında yapılan araştırma, sünnetli erkeklere virüsün bulaşma riskinin en az yüzde 53 az olduğunu gösterdi.

Uganda’nın Rakai bölgesinde 15 ila 49 yaşlarında 4996 erkek arasında yürütülen araştırma da, enfeksiyon riskinin sünnetlilerde en az yüzde 51 daha az olduğuna işaret etti.

Monday, July 30, 2007

CİLT KIRIŞIKLARININ OLUŞMASINI ENGELLEMEK

Kırışık giderme konusunda Kozmetik dünyasında en çok konuşulan yardımcı A vitamini ve türevleridir. Çok geniş olarak konuşulmasada da C vitamini, selenyum, dengeli beslenme, spor ve su cilt sağlığı ve kırışıklıkların giderilmesi veya oluşumunun engellenmesinde önemlidir. Yapılan bazı çalışmalar kollagen yapımı üzerine etkileri nedeni ile C vitaminini de gündeme getirmiştir. Bazı çalışmalar C Vitamininin, vücüdumuzdaki bağ doku denen, koruyucu doku katmanının korunmasında anahtar rölü oynadığını göstermiştir. Kollagen de bu dokunun bir elemanıdır. Kollajen sentezi için gereken sinyali C vitaminin oluşturduğu düşünülmektedir.

Günlük hayatımızda besinlerimiz ile C Vitamini almaktayız. Bu vitamin suda eriyebilen vitaminler gurubundandır. Asit yapıdadır, kimyasal ismi Askorbik asittir. Yani sindirim kanalından kana, vücudun emme mekanizmasının izin verdiği ölçüde geçer, ve vücudun her noktasına taşınır. Hücreler ihtiyaçları kadar C vitaminini kandan alırlar ve fazla alınmış miktar ise vücuttan idrar yolu ile atılır. Sıklıkla yediğimiz, taze sebze ve meyvalar C vitamini için iyi bir kaynaktır.

Günlük erişkin bir kişi için önerilen C vitamini dozu 300 - 500 mg. dır. Sigara kullanan kişilerin ihtiyacı daha yüksektir. Fazla miktarda C vitamini alınması halinde idrar yolu ile atılır bir zararı yoktur. Ancak çok yüksek dozda alınan C vitamini, atılımı sırasında idrarda, kum veya taş oluşumuna neden olabilir.

Erişkinler için önerilen minimum C vitamini dozunun, vücutta C vitamini eksikliği oluşmaması için gereken doz olduğunu vurgulayan uzmanlar, bu dozların kırışıklar üzerine bir etki sağlamayacağını söylemektedirler.

Özellikle güneş ışınlarının taşıdığı ultrviyole ışınlarının cilt üzerindeki olumsuz etkileri düşünüldüğünde,

Hücre içi metabolizma bozulur,Daha az kan taşınır,

Ter ve yağ bezlerinin fonksiyonları bozulur ,

Kollagen yapımı azalır, var olan kollagen lifleri kalınlaşır,

Damarların duvarlarındaki kollagen liflerde özelliklerini kaybettiklerinden (özellikle göz çevresi ve damarların daha yüzeyde olduğu bölgelerde) damar duvarlarından dışarı kan serumu çıkmakta ve süngersi yapıdaki bölgelerde, torbalaşmalara neden olmaktadır. Bu konular daha detaylı olarak cilt kırışıkları bölümünde incelenmiştir.


Genç ciltlerde daha çok kan akımı ve damarsal oluşumlar varken, yaşlılıkta azalan kan akımı ve daha çok ultraviyoleye tabii kalmış yıpranmış, daha çok serbest radikallerin (hücre için, sağlam moleküllerden elektron çalarak, onların yapısını bozarak, normal moleküllere zarar veren zararlı bir gurup madde) oluştuğu ciltte, daha çok C vitamin gereklidir.


Cilde, yüksek dozda C vitamini içeren kremlerin uygulanması ile bazı olumlu gelişmeler gösterilmiştir. Özellikle sunblock (tam UV kesen kozmetikler) ile birlikte C vitamini uygulamasının, serbest radikallerin oluşumu azalmakta ve kırışıkların oluşumlarının başlamasında engel olduğu düşünülmektedir. Bu tip ürünlerin, güneşe çıkmadan en az 20 - 30 dakika önce uygulanması gerekmektedir.


Ciltte kırışıklıkların oluşumuna engel olan bir diğer mekanizmada E vitaminidir. Anti oksidan özelliği ile serbest radikalleri ortadan kaldırır. Bu tip ürünlerin güneşe çıkmadan değil de, güneşe maruz kaldıktan sonra uygulanması önerilmektedir. Vitamin E'nin kendisinin de ultraviyole karşısında, serbest radikaller oluşturduğu bilinmektedir. Güneşlenmeden 8 saat sonra uygulanan E vitamini yağının, ciltteki zarardan cildi koruduğu ve şişme oluşumunu engellediği söylenmektedir. Ağız yolu ile alınan E vitamininin, cilt kırışıklıkları üzerine olan etkisi yeni çalışılan bir konudur ancak, bu tip uygulamanın cildin daha sağlıklı olmasına ve ultraviyole zararlarından korunmada etkili olduğu bildirilmiştir.


Vitamin E gibi etki gösteren bir başka mineralde selenyumdur. Toprakta bulunan bu mineral besinlerimiz yolu ile alınırlar. Topraktaki selenyum içeriği doğrultusunda bazı bölgelerde alım eksikliği olur. Cilt sağlığı için günlük önerilen minimum miktar 50 - 200 mikrogramdır. En çok kullanılan selenyum tuzu l-selenomethionin'dir. Bu mineralin kullanılmasında mutlaka hekiminize danışmalısınız. 100 mikrogramın üzerindeki yüksek dozlarda toksik ( zarar verici) olabilmektedir. Sadece gereğinde kullanılmalıdır. Özellikle soğan, sarmısak gibi yemeklerimizde sıklıkla kullanılan sebzeler yüksek miktarlarda selenyum içerir. En çok Ton balığında vardır. Ondaki miktar bile 3 konserve kutu balıkta 100 mikrogram kadar yer alır. Bazı araştırıcılar iyi sonuçlar aldığını bildirmektedir.


Cilt kırışıklıkları konusunda içki ve sigaranında çok etkisi vardır. Sigara içerdiği maddeler nedeni ile damarların büzülmesine ve kan akımının azalmasına neden olur. Ciltte tahrişlere ve kurumalara neden olurlar.


Vücuda su alımı da çok önemli bir faktördür, ciltte bulunan hücrelerin su içeriklerin tam olması, yağ ve ter bezlerinin normal fonksiyonları için su çok önemlidir. Doğal olarak cildi nemlendirir. Bir kişinin günde 5 lt. ye yakın miktarda sıvı alması gerekir. Bol bol su içilmesi, tüm sağlık problemlerinde önerilen bir unsur olduğu gibi cildin her türlü sorununuda da çok önemlidir ve etkindir. Dolaşım sisteminin, sağlıklı çalışması cildin de beslenmesi konusunda çok önemlidir. Dolaşımın artması ve düzenli olması, hücrelere daha düzenli besin ve oksijen taşınması demektir. Daha sağlıklı bir vücut için sporda çok önemli bir faktördür. Spor, dolaşım sisteminin sağlıklı fonksiyon görmesini sağlar.


Denegeli bir beslenme, güneşten korunma, spor yapmak ve bol bol su içmek, cilt sağlığı için yapılması gereken en temel davranışlardır.

Çalınan cep telefonunu başkasına yar etme


Cep telefonunuz çalındıysa ya da kaybolduysa Telekomünikasyon Kurumu'nun 0 312 2322323 numaralı Bilgi ve İhbar Merkezi'ni arayarak telefonunuzu ve hattınızı kullanıma kapatabilirsiniz. Böylece cihaza gelen “cihaz ÇALINTI'dır” mesajı ile kullanıma kapatılan telefonu başkasınında kullanmasına izin vermeyin.










İran, nükleer içerikli bilgisayar oyunu yaptı

Yarı resmi Mehr ajansının haberine göre, İslami Öğrenci Dernekleri Birliğince, çocuklar için, nükleer program konulu bilgisayar oyunu yapıldı.



8 aşamadan oluşan ve kahramanı başta Irak olmak üzere çeşitli ülkelere giden oyunda, İran'ın nükleer programında görevli nükleer fizikçiler Said Kuşa ve eşi Meryem, Irak'taki Kerbela kentini ziyaretleri sırasında ABD güçlerince kaçırılarak, bilinmeyen bir yere götürülüyor.



Oyunun sonunda, İran'ın istihbarat ve özel güvenlik komutanı Bahman Naseri, kaçırılan nükleer fizikçileri kurtarıyor. Ajan Naseri, operasyon sırasında Irak cezaevlerinde ne kadar İranlı esir bulunduğunu da öğreniyor.



Oyun, 16 Temmuzda piyasaya sürülecek.







TT'nin tarifeleri bir türlü serinletmiyor

Türk Telekom'un (TT) satışı gerçekleşirken bununla tabaşı gitmesi gereken serbestleştirme adımlarının aynı hızda atılmamasından kaynaklanan sorun, tarife savaşlarına dönüştü. Özel operatörler ile hakim durumdaki TT arasında özellikle Türkiye'deki telekom pastasının yaklaşık yüzde 80'ini oluşturan şehiriçi görüşmelerden alınacak paylar konusunda yaşanan anlaşmazlık, tarafları uzun süre mahkeme kapılarına taşıyacağa benziyor.



Serbest Telekomünikasyon İşletmecileri Derneği (TELKODER), Telekomünikasyon Kurumu'nun TT'nin yeni fiyat tarifelerini onaylamaması talebini dile getirirken, bu konuda yargıya başvuracağını da açıkladı. TELKODER'in basın açıklaması şöyle:



Türk Telekom'un, ağustos ayında uygulamaya koymak istediği “yeni” fiyat tarifeleri, Telekomünikasyon Kurumu tarafından onaylanmamalıdır.



“Telekomünikasyon Kurumu” ve “Türk Telekom”, medyaya yansıyan bu “yeni” tarifeyle, yaşanmış gelişmelerden adeta ders alınmadığını göstermektedir.



Aylık sabit ücretteki %24'lük artışın aynen korunması, şehirlerarası/uluslararası görüşmelerde ciddi indirim yapılırken şehiriçi görüşmelerde artış yapılması ve indirim ile zammın aynı tarifede yer alması, Yürütmeyi Durdurma Kararı'nı umursamamaktır. Aynı şekilde, ücretsiz kontör karşılığı konuşma zamanlarına sınırlama getirme “gizli zam” anlamını taşımakta, şehirlerarası görüşmelerde “indirimli tarifeyi” kullanma hakkı kullanıcıların elinden alınmaktadır. Telekomünikasyon Kurumu, onay vermeden önce bu haksız uygulamayı mutlaka dikkate almalıdır.



Türk Telekom'un “yeni” fiyat tarifeleriyle, kullanıcıların cebinden 12 ayda vergiler hariç 500 milyon ABD Doları daha fazla çıkacağı öngörülürken, “fiyat sıkıştırması”na maruz kalan yeni işletmecilerin sektörde ayakta kalamayacağı açıktır. Türk Telekom'un gelirleri, yeni işletmecilerin yok olması sonucunda Türk Telekom'a mahkum olacak müşteriler dolayısıyla da tahmini 170 milyon ABD Doları daha artacaktır. Böylece, Türk Telekom'un 12 ayda 670 milyon ABD Doları (500+170 milyon) ilave gelir elde edeceği tahmin edilmektedir. Telekomünikasyon Kurumu'nun görevi, tüketicinin cebinden çıkacak ücretlerle bir ticari şirketin gelirini artırmasını gözetmek değil, serbest rekabeti sağlamaktır.



Türk Telekom tarafından Telekomünikasyon Kurumu'nun onayına sunulan “yeni” fiyat tarifelerinde rekabete açık olan şehirlerarası, milletlerarası ve cep telefonuna doğru yapılan görüşme fiyatları, Avrupa Birliği ortalamasının çok altındadır. Yeni işletmecilere uygulanan ve onların en önemli maliyetini teşkil eden arabağlantı ücretleri ise Avrupa Birliği ortalamasının çok üstündedir.



Çapraz sübvansiyon, bu tarife taslağında da bütün açıklığıyla yer almakta ve rekabeti olanaksız kılmaktadır.



“Serbestleşme” ve “tam rekabet” temelinde anlamlı olabilecek telekomünikasyon sektörü düzenlemelerinin, Türk Telekom'un fiili tekeli nedeniyle anlamını yitirdiği ve yaşanmaması gereken sorunlarla karşılaşıldığı (mevcut tarife sorunu gibi) açıktır. Bu çerçevede, sektörün ve hizmetten faydalanan tüketicilerin önceliği, rekabetsizlikten %50'den fazla kâr eden Türk Telekom'u daha da kârlı ve rakipsiz kılacak “yeni” bir tarife değil, şehiriçi görüşmelerin rekabete açılması gibi tam rekabeti sağlayacak adımların bir an önce Telekomünikasyon Kurumu tarafından atılması ve uygulamaya geçilmesidir.



“Yeni” tarifede hukuka, kamu yararı ve hizmet gereklerine uyarlılık bulunmadığı düşünülmektedir. TELKODER, yeni tarife onaylanırsa, “iptal istemiyle” mahkeme sürecini yine başlatacaktır."







Nintendo, Wii ve DS ile tarih yazdı


Yaratıcı ve yenilikçi oyun ve konsolların üreticisi Nintendo'nun nisan-haziran dönemine ait operasyonel karı, Nintendo DS ve Wii'ye dünyanın her yanından gelen yoğun taleple birlikte üç kat artarak 755,8 milyon dolara yükseldi. Şirketten yapılan açıklamada, bu oranın yıllık pazar beklentilerinin çok üzerinde gerçekleştiği bildirildi. Bu başarıyı takiben Nintendo, önümüzdeki 1 yıllık kar beklentisini de yüzde 37 artırarak 3.09 milyar dolara yükseltti.



Nintendo sözkonusu büyüme hızıyla, Honda Motor ve Toyota Motor gibi şirketlerle birlikte Japonya'nın en değerli 10 firmasından biri haline geldi. Mario, Zelda ve Donkey Kong gibi oyun karakterlerinin yaratıcısı olan Nintendo, 2007 yılı sonu itibarıyla Wii satışlarının ilk tahminlerin yüzde18 üzerinde 16.5 milyon birime, DS satışlarının ise yine tahminlerin yüzde18 üzerinde 26 milyon birime ulaşacağını öngörüyor.



Nintendo DS, kullanıcılara elle kontrol edilen klavye yerine özel bir konsol ve işaretleme aleti yardımıyla oyun zevki yaşatıyor. Wii ise beyzbol sopası ya da kılıç olabilen alışılmadık bir dokunmatik aletle oyun keyfini artırıyor.



http://www.teknolatte.com/



Samsung K5 ile sonuna kadar müzik


Samsung'un yeni müzik çaları YP-K5, yana doğru kayarak açılan hoparlör tasarımı ile müzikseverlere farklı bir seçenek sunuyor. Müziği sadece içinden değil, dışarıdan dinlemeyi de sevenlere özel olarak tasarlanan müzik çaların, kendi boyutunda, gümüş renkli bir kaplama ile örtülmüş hoparlörü bulunuyor.



Samsung K5'in kapağı yana kaydırılıp hoparlörü ortaya çıkartıldığında, herhangi bir zemine yerleştirerek kolaylıkla kullanabilmek mümkün. Kayar kapak açıldığında ise hoparlör, cihazın menüsünden açılmasına gerek kalmadan otomatik olarak devreye giriyor.



Ürünün 1.71 inç (4.34 cm) büyüklüğündeki OLED ekranı, menü ayarlarından fotoğraflara kadar tüm özellikleri net bir şekilde rahatlıkla izleyebilmeye imkan veriyor. Müzik çalma esnasında yükselip alçalan ekolayzır çubukları ise oldukça hoş bir görüntü oluşturuyor.



30 kanal hafızalı radyosu bulunan Samsung K5, MP3, WMA, OGG, ASF, JPG formatlarını destekliyor. Ürünün 830 mAh gücündeki lityum polimer pili, 30 saate kadar çalabilmeye imkan veriyor. Ürünle birlikte gelen kulaklığı ise, kulak deliğini tamamen kapatan şekli sayesinde, çevredeki sesleri minumum seviyeye indirerek, müziği tam kafanızın içine gönderiyor.



1 GB, 2 GB ve 4 GB olmak üzere üç farklı bellek kapasitesine sahip Samsung YP-K5'in, siyah ve pembe renk seçenekleri bulunuyor. 98x47.5x18.1 (mm) ebatlarındaki müzik çaların ağırlığı ise 106 gram.



http://www.teknolatte.com/



Japonlar "yapay rahim" geliştirdiler


Hong Kong (AA)- Japon bilim adamları, tüp bebek yöntemiyle oluşan embriyonların ilk aşamada ana rahmindeki kadar hızlı gelişmesi için "yapay rahim" geliştirdiler.



Halen, yapay döllenmeyle oluşan embriyon, ana rahmine yerleştirilmeden önce özel olarak hazırlanmış bir sıvı içinde tutuluyor. Ancak yapay döllenmeyle oluşmuş embriyonlar bu sıvıda, kendilerine mükemmel bir ortam sunan ana rahmindeki kadar hızlı gelişemiyorlar.



Hızlı büyüyen embriyonların ana karnına yerleştirildikten sonra yaşama şansının daha yüksek olduğunu hatırlatan bilim adamları, yapay rahmin eski yöntemin bu olumsuz yanını ortadan kaldıracağını belirttiler.



New Scientist dergisinde yayımlanan araştırma sonucunda, doğal rahmin koşullarının benzerinin sağlandığı, 0,5 milimetreye 2 milimetre boyutlarında bir çip geliştirildi. Tüpte döllenmeyle oluşan embriyonların bu çipin içine konulduğu, burada rahme tutunmaya hazır hale geldikten sonra embriyonun ana rahmine yerleştirildiği bildirildi.

Tokyo üniversitesinden Terio Fujii bu yöntemle çiplere konulan embriyonların yüzde 80'inin 72 saat içinde hazır hale geldiğini, eski yöntemde ise aynı süre içinde embriyonların sadece yüzde 20'sinin hazır olduğunu söyledi.



Düşündüren sorular

düşündüren sorularKuşlar kum yerler mi? Niçin?


Evet, kuşların çoğunluğu sindirim fizyolojilerinin gereği kum tanecikleri yemektedir. Evlerinde kuş besleyen çoğu kuş meraklısının bildiği, bazısının önemsiz olarak görüp ihmal ettiği bu konu, bir çok hayvan severi ilgilendirdiğinden dolayı kuşların niye kum yediğini biraz açalım: Kuşlar, yedikleri besin maddelerini öğütme ile daha küçük parçalara ayırmak için taşlık adını verdiğimiz, oldukça kaslı bir mideye sahiptir. Kum tanecikleri ve küçük taşlar, kuş tarafından yenilmekte ve midede alıkonulmaktadır. Taşlığın kaslı duvarının hareketleri tohumları ve taşları karıştırarak tohumların taşlar yardımı ile parçalanmasını sağlamaktadır. Bundan dolayı, eğer evinizde kuş besliyorsanız, mutlaka bir başka yemlik içinde veya kafesin dibine serpiştirilmiş olarak kum taneleri bulundurmanız, kuşunuzun yediği besinlerden daha çok istifade etmesi bakımından önemlidir.


düşündüren sorularAlkolikler ve içki içenler niçin sık sık tuvalet ihtiyacı duyarlar?


Seyrettiğimiz çoğu filmde bu olaya şahit olmuş, bu olayın esasını merak etmişizdir. Vücuttan atılan idrar miktarı hormonların kontrolü altındadır. Bu hormon beyinde yer alan, hipofiz bezinin iki esas parçasından biri olan nörohipofizin salgıladığı vazopressin olarak da bilinen antidiüretik hormondur. Normal şartlar altında kanımızdaki ozmotik basınç arttığında ADH salgılanır. Bu hormon böbrekteki toplayıcı borular üzerine etkisini göstererek, bu boruların suya geçirgenliğini düzenler. ADH miktarının arttığı nisbette, toplayıcı kanal hücrelerininde geçirgenliği artar. Sonuçta fazla su geri emilerek, idrar yoğunluğu artar. Etil alkol, ADH salınımı bloke etmekte, engellemektedir. ADH olmayınca fazla suyun geri emilimi de azalmakta ve tuvalete çıkma ihtiyacı artmaktadır. Özet olarak, alkoliklerin, içki içenlerin sık sık böyle bir ihtiyaç duymalarının sebebi içtikleri alkolün ADH metabolizmasını bozmasından kaynaklanmaktadır.


düşündüren sorularNiçin baldan aldığımız tatlılık duygusu ile sütten aldığımız tatlılık duygusu arasında çok büyük fark vardır?


Yediğimiz gıdalardan aldığımız tatlılık duygularının farklı olması esasen besin maddelerinde bulunan şeker moleküllerinin farklılığından kaynaklanmaktadır. Bu gün çeşitli gıdalarla tükettiğimiz karbonhidratlar, başka bir ifadeyle şekerler, temel olarak glukoz, galaktoz ve fruktoz kombinasyonlarından oluşmaktadır. Örneğin, süt şekeri laktoz, glukoz+galaktoz birimlerinden oluşurken, pancar şekeri sakkaroz, glukoz+fruktoz birimlerinden oluşur. Normal olarak, birer monosakkarit olan tüm bu şeker birimlerinin formülü C6H12O6 olmakla birlikte, bu moleküllerin yapısal dağılımı farklılık gösterir. Tatlılık derecesi hesaplanmalarında sakkaroz (pancar şekeri) esas alınmakta ve 100 veya 1 olarak kabul edilmektedir: Buna göre glukoz'un 69:0,69, galaktoz'un 63:0,63, laktoz'un 39:0,39, maltoz'un 46:0,46 ve fruktoz'un 114:1,14 nisbi tatlılık derecelerine sahip olduğu kabul edilir. Buradan da anlaşılacağı üzerine tatlılık derecesi en yüksek olan şeker fruktozdur. Bu noktada, balda ortalama olarak fruktoz oranı % 38,38, glukoz oranı % 30,31 iken sakkaroz (glukoz+fruktoz) oranının yaklaşık 1,31 olduğu görülmektedir. Bu oranlar ışığında baldaki fruktoz:glukoz oranı 1,23 iken sakkaroz:fruktoz oranı yaklaşık 0,03'dür.

Bilgisayar gözleri kurutuyor

Uzun süre bilgisayar karşısında çalışan kişilerde göz kırpmanın azalması, gözde kuruluğa neden oluyor.



Gözyaşı görme fonksiyonunun tamamlanması için hayati önem taşıyor. Bu nedenle göz kuruluğu bulunanlara, damlalarla suni gözyaşı kullanmaları tavsiye ediliyor.



Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Suat Hayri Uğurbaş, uzun süre bilgisayar karşısında iş yapanların daha az göz kırpmalarının gözlerde kuruluğa neden olduğunu söyledi. Uluslararası Gözyaşı Hastalıkları Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Uğurbaş, göz kuruluğunun yaş, kullanılan bir ilaç, beslenme ve vitamin eksikliğine bağlı olabileceğini vurguluyor.



’10 SANİYEDE BİR GÖZ KIRP’



İnsanların gözlerini 10 saniyede bir kırptığını belirten Doç. Dr. Uğurbaş şöyle konuştu: “Ancak bilgisayar ekranına odaklandığında kişi göz kırpmayı unutuyor. Uzun süre bilgisayar karşısında çalışanların göz kırpmayı unutması, gözyaşının buharlaşarak kuruluk oluşmasına neden oluyor. Bu gözde yanma, kızarıklık ve batma hissi yaratıyor.”



Gözyaşının görme fonksiyonunun tamamlanması için hayati önem taşıdığını ifade eden Doç. Dr. Uğurbaş, “Gözyaşı, gözü dış etkenlerden korur. Göz kuruluğu bulunanlara damlalarla suni gözyaşı kullanmalarını tavsiye ediyoruz” dedi.

Sivrisinekler neden herkesi ısırmıyor?

Bilimadamları, neden bazı insanların sivrisineklere daha cazip geldiğinin sırrını çözdüklerine inanıyorlar.



Daha önceden bazılarının sivrisinekleri cezbeden bir koku salgıladıkları biliniyordu.


İngiltere'deki Rothamsted Research adlı araştırma merkezindeki uzmanlar, bu kokuları bastıran bazı salgılar bulduklarını söylüyor.


Söz konusu salgılardan üretilecek "doğal sivrisinek kovucuların insanları her türlü böceğe karşı koruyabileceği belirtiliyor.


Ancak bu ilaç geliştirilinceye kadar sivrisineklerden rahatsız olanların, vücutları bu tür maskeleyici salgılar üreten kişilerin yanında dolaşması yararlı olabilir.


Zira, inekler üzerinde yapılan araştırmaya göre, bu tür salgılar üreren ineklerin bol olduğu sürüler sivrisinek tacizine uğramıyor.


Araştırmada maskeleyici salgı olarak nitelenen 11 bileşen bulundu. Söz konusu bileşenler, vücudun ürettiği ve sivrisinekleri çeken kokuyu bastırıyor.


Daha önce bazı insanlarda bu tür koku üretimi olmadığına inanılıyordu.


Araştırma ekibindeki James Logan "Her insan sivrisinekleri çeken bir koku salgılıyor. Ancak bazılarında bunu bastıran başka salgılar da mevcut" dedi.


Kokuyu maskeleyen bileşenler incelenerek hangisinin daha etkili olduğu belirlenecek.


Daha sonra bu maddeden sivrisinekleri kovan ilaçlar üretilmesi planlanıyor.

Pi’nin 83 bin 431 basamağı ezbere

Bir Japon psikiyatr, virgülden sonrası sonsuza giden pi sayısının 83 bin 431 basamağını ezberden okuyarak bir rekor kırdı.




Pi sayısı dairenin alanını ve çevresini bulmaya yarayan matematiksel bir değer. Ancak rakam sanıldığı kadar masum değil, pi sayısının virgülden sonrası sonsuza kadar uzuyor. Japonya’da bir psikiyatr pi sayısının virgülden sonraki 83 bin 431 basamağını ezbere saymayı başardı. Japon gazetelerinde yer alan habere göre, 50 yaşındaki Akira Haraguchi bunu trans haline geçerek başarıyor.



Dairenin çevresi ve alanının hesaplanmasında kullanılan pi sayısı, ilk Eski Mısır ve Babil’de ortaya atılmıştı. Daha sonra Sirakuza’lı Arşimet M.Ö. 200’de pi sayısını 3.14 olarak tespit etmişti.



Pi sayısı her ne kadar 3.14 olarak kabul edilse de aslında sonsuza gidiyor. Sayının şimdiye dek 200 milyon basamağı resmi olarak hesaplandı. Tokyo Üniversitesi uzmanları 2002’de süperbilgisayar yardımıyla pi sayısının virgülden sonraki 1.24 trilyon’uncu basamağına ulaşmıştı.

Laboratuvarda kara delik yaratıldı

Parçacık hızlandırıcı çalışmalar yürüten bilim insanları, kara delik özellikleri gösteren bir ateş topu yarattılar.



Laboratuvardaki yapay ortamda yaratılan ateş topu, minik bir kara delik olarak işlev görüyor. Bilim insanları, kara deliğin ömrünün 10-23 saniye gibi kısa bir zaman için sürdüğünü, kara deliğin bu süre zarfında da çarpıştırmayla ortaya çıkan etrafındaki tüm partikülleri yuttuğunu ifade etti.




ABD’nin Upton kentindeki Brookhaven Relativistic Heavy Ion Collider Laboratuvarı’nda yapılan çalışmada ışık hızına yakın bir sürate ulaşan altın çekirdekleri birbirleriyle çarpıştırıldı. Çarpıştırmanın sonucunda açığa çıkan ısı, çekidekleri kuark ve glüonlara ayırıyor. Bu parçacıklar kendi içlerinde birleşerek, 10-23 saniye gibi kısa bir süre zarfında Güneş’ten 300 milyon daha sıcak bir ateş topu meydana getiriyor. Bu ateş topu da, yaşadığı boyunca bir kara delik gibi çarpıştırmanın açığa çıkardığı partikülleri yutuyor.

Uzay araştırmaları ve Avrupa Uzay Ajansı (ESA)

ESA. Uzay araştırmalarına oldukça iddialı başlayan ve görece daha genç bir organizasyon olan ESA, çokuluslu yapılanmasıyla da farklı bir ekolü temsil ediyor.

İnsanoğlunun uzay serüveni, Sovyetler Birliği’nin, 4 Ekim 1957’de Dünya’nın ilk yapay uydusu Sputnik-1’i uzaya göndermesiyle başladı. Sputnik-1, Dünya’dan 224 km yukarıda bazı bilimsel deneyler yapmak için fırlatılmıştı.


Sputnik-1’in ardından, uzaya ilk insanlı uçuşu yine Sovyetler gerçekleştirdi. 1961 yılında Yuri Gagarin, Vostok-1 adlı kapsül ile, Dünya’nın etrafını 1 kez dolandı. Sovyetler’in bu önemli başarıları karşısında ABD, o zamanlar daha yeni filizlenen uzay yarışında öncülük şansını yitirmişti. Ancak, 20 Haziran 1969’da Apollo-11 uçuşu ile ABD, Ay’a ilk kez insan indirmeyi başararak tarihe geçecek ve uzay araştırmaları alanında önemli adımların neredeyse tek odağı haline gelecekti.



İnsanoğlunun yaşadığı Dünya’ya "tepeden" bakmaya başladığı o tarihlerden bu yana, uzay araştırmaları ve uzaydan araştırmalar çok hızlı bir gelişim gösterdi; uzay teknolojilerinde ardı ardına devrimler yaşandı. Bir zamanlar yalnızca bilimsel merakın bir ürünü gibi görünen bu çalışmalar, bugün günlük yaşamın vazgeçilmez ögeleri haline geldi. Belki daha da önemlisi, felsefi görüşümüzü kökünden etkiledi. Artık evreni, her türlü etnik ve dinsel şovenizmden uzak, bir "dünya vatandaşı" duyarlılığıyla algılamaya başladık. Carl Sagan’ın deyişiyle "Merkezi ve kuruluş amacı biz olmayıp, enginlikte ve sonsuzlukta kaybolmuş minnacık; yüzlerce milyar galaksi ve milyarlarca trilyon yıldızla bezenmiş bir kozmik okyanusta dönüp dolaşan bir Dünya" üzerinde yaşadığımızı farkettik. İnsanoğlunun gözünü gökyüzüne çevirmesiyle başlayan bu süreç, uzayın kendisi gibi sonu olmayan bir serüvene benziyor. Uzay araştırmalarında kullanılan ve gün geçtikçe daha da güçlenen teknik donanım ve artan bilgi birikimi de bu serüvende insanoğlunun en büyük yardımcısı. Gelecek yüzyılın araştırmacıları hiç kuşku yok ki, uzay araştırmaları üzerine yoğunlaşacaklar. Bu araştırmaların temelini oluşturan, disiplinlerarası yatay çalışmalar, projeler, çalışma ve düşünce sistemleri de bu


Bilimin tüm disiplinlerinin bir arada bulunmasını gerektiren uzay araştırmaları büyük organizasyonlarla yürütülüyor. Bunlar arasında en önemlisi hiç kuşkusuz Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi-NASA. Önemli adımlara imza atmayı ve bunu iyi bir reklamla dünyaya duyurmayı hep başarmış olan NASA, uzay serüvenlerinin "Baş Oyuncu"su! Sovyetler ise, her ne kadar uzay çalışmalarının başını çekmiş ve uzay yarışında adı ABD ile birlikte anılmış olsa da bugün bu alanda öncü rolü oynamaktan biraz uzak görünüyor.


doğrultuda gelişecek.


Günümüzde uzay araştırmaları bu iki ülkeyle sınırlı değil artık. Japonya, Kanada gibi gelişmiş ülkelerin bireysel çalışmalarının yanı sıra, adını son yıllarda sıkça duymaya başladığımız bir başka büyük organizasyon daha var: ESA. Uzay araştırmalarına oldukça iddialı başlayan ve görece daha genç bir organizasyon olan ESA, çokuluslu yapılanmasıyla da farklı bir ekolü temsil ediyor.



Kısa adı ESA (European Space Agency) olan Avrupa Uzay Ajansı, 14’ü kıta Avrupa ülkesi (Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya ve Norveç) biri de kısmi işbirliği (Kanada) olmak üzere 15 ülkenin hükümetler düzeyinde üyesi olduğu bir Avrupa kuruluşu. ESA, Avrupa’da bulunan iki eski Avrupa Uzay Organizasyonu, ESRO (European Space Research Organization) ile ELDO’nun (European Organization for the Development and Construction of Space Vehicle Launchers) birleşmesiyle 1975 yılında kurulmuş bir organizasyon. Çekirdeğini oluşturan bu iki kuruluşun yükümlülüklerini ve haklarını elinde tutan ESA, temel olarak, uzay bilimleri (gezegenler, uzay boşluğu, Güneş, ısı, enerji, göktaşları, yıldız sistemleri, uzay fiziği, astronomi vb.), yeryüzü gözlemleri (enerji, su, maden ve mineral kaynaklarının araştırılması), telekomünikasyon (uydu haberleşmesi, GPS), uzay taşıyıcıları (uydu fırlatma sistemleri, araştırma uyduları), mikroçekim ve uluslararası uzay istasyonu gibi alanlarda çalışmalarını sürdürüyor.


Merkezi Paris’te bulunan ajansın başkanı aynı zamanda onun yasal temsilcisi. ESA, üye ülkelerin başkanlarından oluşan bir konsey tarafından yönetiliyor ve tüm kararlar bu konseyce alınıyor. Her yıl toplanan konseyin alacağı kararlar gelecek çalışmalara ilişkin idari ve politik amaçları temel alıyor. Bu yıl konseyin en önemli gündem maddesini ESA’nın en son geliştirdiği Ariane 5 roketi oluşturmuş! Bu roket, talihsizlik sonucu ortaya çıkan basit bir hata nedeniyle düşmüştü. Hata ise; bir önceki model olan Ariane-4 roketlerinin yön değiştirme sistemlerini düzenleyen bilgisayar programlarının, yeni modele göre yeniden düzenlenmeden, tüm parametreleriyle Ariane-5’te aynen kullanılması. Sistemi Ariane-4’ten tümüyle farklı olan Ariane-5’te eski programın kullanılması gibi bir hata da ESA’ya, roketin taşıdığı ve başka bir kopyası bulunmayan Cluster uydusunun kaybına, yani 15 yıllık çalışmanın heba olmasına ve trilyonlarca TL değerinde bir maddi kayba mal oldu. Ancak ESA yönetiminin bu gibi durumlardaki tavrı, moral bozukluğu yaşamak yerine, vakit yitirmeden yeni bir atılım yaparak daha gelişmiş sistemler geliştirmek ve daha iyi bir başarı ile hatayı telafi etmek.



ESA’nın yönetimini elinde bulunduran hükümetler düzeyindeki bu konsey, elbette bilim adamlarından bağımsız değil. Konsey’in, tamamı bilim adamlarından oluşan alt komisyonları var ve alınan tüm kararlar bu komisyonlara iletilerek değerlendiriliyor. Bu komisyonlarda şekillenen projeler genel merkeze iletiliyor. Böylece, başta politik ve idari olarak başlayan süreç, sonunda bilimsel ve teknolojik projelere dönüşüyor. Sözkonusu projelerin hayata geçirilmesi ise çalışma alanlarına göre dağılmış, ESA’ya bağlı çeşitli merkezlerdeki kuruluşlarda gerçekleşiyor. Örneğin, teknolojik bir çalışma ise Hollanda’da bulunan ESTEC’e; bilimsel bir çalışma ise; İtalya’da bulunan ve asıl olarak, uydular aracılığıyla elde edilen verilerin bilimsel araştırma amaçlı kullanılması çalışmalarının yürütüldüğü ESRIN’e aktarılıyor. ESA’ya bağlı böyle üç ana kuruluş var:


ESTEC (The European Space Research and Technology Center-Avrupa Uzay Araştırmaları ve Teknoloji Merkezi) Noordwijk, Hollanda



• ESOC (The European Space Operations Centre-Avrupa Uzay Operasyonları Merkezi) Darmstadt, Almanya


• ESRIN (The European Scientific and Research Institute-Avrupa Uzay Araştırmaları Enstitüsü) Frascati, İtalya.





ESA bu merkezlerde, eğitimli bilim adamlarından oluşan yaklaşık 2000 araştırmacı ve teknisyeni barındırıyor. ESA ayrıca, amaç ve hedeflere yönelik olarak, üye olmayan öteki ülkelerle bilimsel ve teknololojik alanda ortak çalışmalar, teknoloji ve bilgi birikimi aktarımı, eğitim, proje gibi konularda ikili işbirliği anlaşmaları da yapıyor.


Dünya ve Uzay Kaşifleri: Uydular



ESA’nın temel hedefi üye ülkelerce; "uzay araştırmaları, uzay teknolojileri ve bunların uygulamalarında Avrupa ülkeleri arasında barışçıl amaçlarla bir işbirliği sağlamak" olarak ortaya konulmuş. Bu hedeflere yönelik olarak da ESA, Uzay Bilimleri, Yeryüzü Gözlemleri (Earth Observation), Telekomünikasyon, Uzay Nakil Sistemleri, İnsanlı Uzay Uçuşları ve Mikroçekim Bilimleri gibi disiplinlerde uzay teknolojilerini destekliyor.


Uzay bilimi tek bir disiplin değil; Güneş ve gezegen araştırmalarından astrofiziğe dek uzanan geniş çaplı ve birbiriyle sıkı ilişki içinde olması gereken disiplinleri kapsıyor. Uzayı ve evreni araştırırken yakın çevremizi, gezegenleri ve her şeyden önemlisi Dünya’yı farklı bir açıdan inceliyor. ESA da uzay araştırmalarının yanı sıra Dünya’ya ilişkin bilim programları üzerinde çalışıyor. Bu denli geniş çaplı bir alana yayılmış ESA projelerinin tümünü saymak, bu sayfaların kaldıramayacağı bir yükü oluşturur. Fakat yine de önemli birkaç örneği vermekte yarar var...



ESA’nın "bilim programı" kapsamında, 1968-1983 yılları arasında fırlatılmış ve şu an görevlerini tamamlamış 11, halen etkin durumda 5 bilimsel uydusu var. 1978’de NASA ile ortak fırlatılan IUE (International Ultraviolet Explorer) uydusu, 10 000 gökcismini inceledi. Avrupa’nın en çok bilinen uzay aracı Giotto özellikle Halley kuyrukluyıldızını karşılaması ile tanınır; Giotto şimdilerde Güneş çevresindeki uzun yörüngesinde kış uykusunda! Tek astronomi uydusu olan Hipparcos, 1989 yılında astrofizik çalışmaları için gökyüzündeki tüm yıldızların bir kataloğunu oluşturmak amacıyla fırlatılmıştı. Hipparcos, 120 000 yıldızın 2-4 miliark-saniye hassasiyetle ölçtüğü konum ve parallaksları hakkında epey veri topladı. Adını sıkça duyduğumuz, insanoğlunun uzaydaki gözü Hubble Uzay Teleskobu (Hubble Space Telescope) ESA’nın %15 ortaklıkla yürüttüğü bir proje. Buna göre Avrupa’lı araştırmacıların bu teleskopta %15 gözlem zamanı kullanma hakları var. Ancak pratikte, yürüttükleri çalışmaların önemi nedeniyle bu zamanın daha fazlasını kullanıyorlar. 1990’da fırlatılan Ulysses, Güneş kutbunun üzerinde, şimdiye dek keşfedilmemiş bölgelerdeki parçacıkları ve alanları gözlemek üzere ekliptik düzleme dik bir yörüngeye oturtuldu. ISO da (Infrared Space Observatory) şimdiye değin yapılmış olandan binlerce kat daha fazla hassasiyetle, kızılötesi ışınımları gözlemleyecek. Aralık 1995’te fırlatılan ve yeni keşiflerini yakınlarda Dünya’ya ulaştıran SOHO (Solar Heliospheric Observatory), Güneş’in gizlerini aralamaya devam ediyor. Elektromanyetik spektrumun X, Gama ve kızılötesi bölgelerinde gözlemlerini sürdüren XMM (X-Ray Multi-Mirror), INTEGRAL (International Gamma-Ray Laboratory) ve FIRST (Far Infrared and Submillimetre Telescope) projeleri evreni bu dalgaboylarında gözleyecek. Bunların dışındaki ARTEMIS (Advanced Relay Technology Mission) ve DRS (Data Relay Satellite) uyduları ise iletişim amaçlı uydu projeleri. ESA tarafından geliştirilen ve ilki 1979 yılında fırlatılan Ariane roketleri ise 90 uçuşta 130’un üzerinde uyduyu Dünya yörüngesine yerleştirdi (Bunlardan biri de Türkiye’ye ait haberleşme uydusu TÜRKSAT). ESA’nın, her biri önemli bilimsel amaçları olan bu uyduları, uzay araştırmalarına ve dolayısıyla dünya bilimine katkılarını simgeliyor. Çünkü bu çalışmaların ürünleri, tüm dünya ülkelerinin araştırmacılarına veri olarak yansıyor.


Dünya’nın Uzaydan Gözlenmesi



Uzaydan Dünya’yı gözlemlemek, şimdiye değin, geniş bir uygulama alanına sahip verileriyle Dünya ve çevresinin düzenli bir görüntüsünü sağlayarak, bilimsel, sosyal, ekonomik ve politik düzeydeki önemini kanıtladı.


Peki neden uzaydan gözlem? Üzerinde yaşadığımız gezegen kırılgan bir ekosisteme ve sınırlı kaynaklara sahip. Dünya’nın çevresi ve iklimi yalnızca atmosfer, okyanuslar, buzul bölgeleri ve karalardan etkilenmez; insanın da bunda payı vardır. Yerküredeki yaşantımızın sürmesi de, kaynakların iyi kullanımına ve ekosistemimizin karmaşık yapısını anlamaya dayanıyor. Günümüzün, sera etkisi, ozon deliği gibi önemli sorunları da global bir araştırma disiplini ve çözüm üretimini gerektiriyor. Böylece bu tür sorunların çözümünde karşımıza çıkacak soruların yanıtlarını uzaydan aramak daha yararlı hale geliyor. Çünkü canlı bir sistem olan Dünya’nın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak sağlıklı ölçümler, yalnızca uydular yardımıyla elde edilebiliyor. Uzaktan kumanda edilebilen bu uydularla, Dünya’nın karasal kütlesini, okyanusları, buzulları ve atmosferi uzaydan gözlemek çok daha kolay hale geliyor ve sağlıklı ölçümler yapılabiliyor.



Dünya’yı uzaydan gözlemek için yine, yerbilimleri, temel bilimler, uygulamalı bilimler, atmosfer bilimleri ve deniz bilimlerinin içinde olduğu karmaşık bir disiplinler ağına gereksinim var ESA bu konudaki çalışmalarını, ilki 1977’de fırlatılan Meteosat uyduları ile başlattı. Meteosat’ın elde ettiği görüntüleri hava durumu programlarından biliyoruz. Fakat Meteosat, bu programlarda gördüğümüz gibi bölgesel değil, çok daha geniş alanlardan veri topluyor. Bu veriler de çoğunlukla bilimsel araştırmalarda ve hava tahmini raporlarında kullanılıyor. Yine Yeryüzü gözlemlerinin diğer ayağını oluşturan yerbilimleri ve pratik uygulamaları için 1991’de ERS-1 (European Remote Sensing) ve 1995’de de ERS-2 uyduları yörüngeye yerleştirildi. Görece daha genç olan Metop ise özellikle kutup yörüngesinde dolaşarak meteorolojik veri sağlıyor. Yeni nesil yeryüzü gözlemi uydusu Envisat serisinin ilki ise 1999 yılında fırlatılacak. Bu uydu, ERS uydularının görevlerini daha kapsamlı olarak sürdürmenin yanı sıra, özellikle çevrebilim, atmosfer kimyası ve okyanus bilimleri alanında önemli veriler sağlayacak.


Tüm bu uyduların verilerine Avrupalı kullanıcıların ulaşabilmesi için ESA, 1977 yılında Earthnet adlı bir programı devreye soktu. Earthnet ile, ERS uydularının verileri toplanıyor, yeniden işleniyor, arşivleniyor ve kataloglanıyor; bu da tüm dünya araştırmacılarına derli toplu hazır bir bilgi birikimi sağlıyor. Türkiye’nin de içinde olduğu birçok ülke, bu uyduların verileri ile kendi ülkelerinin jeolojik, coğrafi vb. özelliklerini araştırabiliyor.



İnsanlı Uzay ve Mikroçekim


İnsanoğlu yüzyıllar boyunca uzayda yolculuğu düşledi. Bu düş, 1950’li yıllara kadar ancak bilimkurgu romanlarında kendine yer bulabildi. Fakat son 40 yıllık dönemde yaşanan gelişmeler bu düşlemi (fantezi) gerçeğe dönüştürdü. Henüz yıldızlararası yolculuk hâlâ düş olsa da, artık Ay’a insan gönderildi ve Mars’a ulaşmak bilimkurgu romanlarından bilimsel kitaplara terfi etti. Daha da önemlisi artık bilimsel deneyler ve laboratuvarlar uzaya taşındı. Son yıllarda bu konuda atılan en önemli adımlar kuşkusuz uluslararası uzay istasyonu ve uzay laboratuvarı projeleri...



İnsanoğlunun en büyük projelerinden olan Uluslararası Uzay İstasyonu için ilk hazırlıklar bazı Avrupa ülkelerinde 1985’ten sonra başladı. 1988 yılında hükümetlerarası bir anlaşmaya ABD ve Japonya da imza attı ve Avrupalı hükümetler de ortaklaşa ESA çatısı altında birleşmeyi kararlaştırdılar. 1993 yılında Rusya’nın da katılımıyla projenin yürürlüğe konulma süreci başlatılmış oldu.


Ekim 1995’te Fransa’da, ESA’ya üye ülkelerin toplantısında alınan kararlar üzerine, Avrupa bu çalışmadaki yerini almış oldu. Uluslararası Uzay İstasyonu’nda Avrupalılar’ın; COF (Columbus Orbital Facility) adı verilen ve uzay istasyonunun merkezine bağlanacak basınçlı bir laboratuvar kurma ve Ariane 5 ile fırlatılarak hem lojistik servis verip hem de istasyonu tekrar hızlandıracak ATV’yi (Automated Transfer Vehicle) yapma gibi iki temel katkısı olacak...



Yörüngede düşük çekimli bir ortam, mükemmele yakın bir uzay boşluğu, Dünya’yı ve evreni gözlemek için uygun bir konum Uluslararası Uzay İstasyonu için fiziksel avantajlar. İstasyonun doğru yere yerleştirilmesi mikroçekimin sağlanması demek Mikroçekim, istasyonun konumu için gereken en ilginç özellik. Mikroçekimli ortam, çekim kuvvetlerinin etkisinin en az hissedildiği yer olarak düşünülebilir: Kütleçekimi, evrenin temel kuvvetlerinden birisidir ve yeryüzünde veya bir gök cismi üzerinde dururken bize ağırlık hissi verir. Fakat, serbest düşme durumunda, Dünya etrafında dolanan uzay araçlarında gerçek mikroçekim adı verilen yapay ağırlıksız durum yaratılır. Burada önemli olan Dünya’dan 300 km kadar yüksekteki araca etki eden çekim kuvvetiyle merkezkaç kuvvetin birbirini dengelemesidir.


Yerçekimi, konveksiyon, çökelme ve ağırlıktan kaynaklanan basınç gibi etkilerle kendini gösterir; biyolojik, kimsayal ve fiziksel birçok olguyu etkiler ve öteki etki ya da kuvvetlerin çoğuna baskın gelir. Uzay istasyonunda yaratılacak olan mikroçekim ortam sayesinde, yerçekiminin etkilerinin perdesi kalkacak ve böylece günyüzüne çıkacak olan ikincil kuvvetlerin etkilerinin deneysel olarak çalışılması olanaklı hale gelecek. Bu koşullar altında, uzay istasyonunda, Dünya’da üretimi zor olan ürünlerin, karmaşık protein yapılarının ve kompozit malzemelerin üretimi için yeni perspektiflerin sağlanacağı umuluyor. Yerçekiminin tüm yaşam biçimlerine olan etkisi bu şekilde ele alındığında temel biyolojik mekanizmaların ve işlemlerin kuramlarında yeni sürprizler kaçınılmaz oluyor.



Şimdiye değin, mikroçekim koşullarında gerçekleştirilen deneylerde, gelişmiş kimyasal özellikli kristaller ve mükemmel yapılar elde edildi. Bundan sonrası için ise, önemli biyolojik maddelerin yapıtaşını oluşturan bazı protein kristallerinin X-ışını kırınımı yöntemiyle analizinin yeni ilaç araştırmalarında önemli rol oynayacağı bekleniyor. Aynı şekilde, hücre biyolojisinde de önemli bulgular ortaya çıkıyor. Örneğin ESA’nın Biorack uçuşunun sonuçlarına göre, bazı biyolojik hücreler ve tek hücreli organizmalar, mikroçekim ortamında, Dünya’da olduğundan farklı gözleniyorlar. Bu da evrimin, hücre düzeyinde nasıl işlediğini anlamamıza yardımcı olabilir; çünkü Dünya’da tüm yaşam biçimleri yerçekiminin varlığında evrimlerini tamamladı.


İnsan fizyolojisi üzerine yapılan uzay deneyleri, insan kalp/kan ve dolaşım sistemlerindeki faaliyetle ilgili yeni ve önemli görüşlere yol açtı. Bu sonuçlar da, astronotların ağırlıksız ortama nasıl uyum sağladıklarını anlamamızı kolaylaştırıryor. Bütün bu araştırmalar sonunda; İnsan vücudundaki su ve kan gibi sıvıların, yeni tanımlanan bir hormon tarafından kontrol edildiğinin keşfi; ortakulakta bulunan insan denge sisteminin konveksiyon tarafından belirlendiğinin keşfi ve daha önceden kuramsal olarak öngörülen, kristallerin büyütülmesi işlemi için düşük çekimli ortam gerekliliğinin kanıtlanması gibi önemli bilgiler elde edildi.



Malzeme bilimleri ve doğa bilimlerinde, mikroçekim koşullarında yapılan uzay araştırmaları daha emekleme döneminde olmakla birlikte elde edilen sonuçlar oldukça umut verici.


Uzay istasyonunda, mikroçekim dışında vakum, aşırı sıcak ve aşırı soğuk gibi koşullar da sözkonusu. Bu koşulların etkileri üzerine çalışmak da bilimsel araştırmaların yanı sıra mühendislik gibi uygulamaya dayalı alanları içine alıyor. Tüm bu çalışmalar da astronomi, astrofizik, ışınım fiziği, manyetosfer fiziği gibi birçok disiplini biraraya getiriyor.


Uluslararası uzay istasyonu aynı zamanda yeni teknolojiler için de bir test alanı, Dünya ve gökcisimlerinin gözlemi için bir platform ve uzaydaki bir bilimsel araştırma enstitüsü olacak. İstasyon ilk aşamada 3, tamamlandıktan sonra 6 astronotu barındıracak. İstasyonun ayrıca bilimsel ve teknik malzeme yüklerinin bulunacağı doğrudan uzaya açılan dış bağlantı elemanları da olacak. 108 m uzunluğunda ve 74 m genişliğindeki istasyonun kütlesi ise 400 ton. 335 ile 460 km arasında bir yüksekliğe yerleştirilecek olan istasyon, saatte 29 000 km hızla, Dünya’nın çevresini 90 dakikadan daha az bir sürede dolanacak. Yörüngesinde sinüs eğrisi şeklinde bir yol izlerken Dünya’nın %85’e yakın bir kısmı da gözlenebilecek. COF’un dışında istasyona araştırma amaçlı Japon ve Amerikan modülleri ile 3 adet Rus modülü yerleştirilecek. Amerika’nın laboratuvarlarının bulunduğu modül 1998’de diğerleri ise 2002’de istasyonun tamamlanmasına kadar olan süreçte yörüngeye yerleştirilecek ve tüm bu laboratuvarlar arasında bir bilgi alışverişi sağlanacak.



Uzay laboratuvarı programının ESA için diğer önemi, Avrupa’lı araştırmacıları uzaya taşıması ve kendi astronot ekibini kurarak uzay araçları için gerekli deneyimi kazanması. Uzay laboratuvarları ve Mir’de görev alan ESA astronotları, şimdi Uluslararası Uzay İstasyonu’na hazırlanıyorlar. Geleceğin insanlı uzay serüvenleri de, tıpkı Uluslararası Uzay İstasyonu ve uzay laboratuvarı projelerinde olduğu gibi, tüm ulusların yakın işbirliği çerçevesinde düşünülebilir.


Ve Türkiye...



Uzay serüvenine katılmak, hem akademik hem de ulusal düzeyde en büyük idealimiz; bu amaçla Türkiye, son yıllarda bu konuda birtakım organizasyonlarla işbirliği çerçevesinde önemli projelere dahil olmayı hedefliyor. Türkiye’de uzay ile ilgili çalışmalar, TÜBİTAK başkanlığına bağlı bir konsey tarafından koordine ediliyor. Bu çalışmaları yapan kuruluşlara örnek olarak, TÜBİTAK-MAM (Marmara Araştırma Merkezi), ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi, Ankara Üniversitesi, 9 Eylül Üniversitesi ve İstanbul üniversitesi ile DİE, MTA, PTT, Devlet Meteoroloji Enstitüsü gibi uygulamaya yönelik devlet kurumları gösterilebilir. Uzay araştırmaları ile onların ürünü olan bilimsel sonuçları ve çalışmaları yurtdışındaki büyük organizasyonlardan sağlayan Türkiye’nin kendi uyduları da bulunuyor.


ESA, Türkiye’nin uzaya açılmasında ve uzay çalışmalarına katılmasında önemli bir kapı olabilir. ESA ve Türkiye bu konuda görüşmelere devam ediyor. Buna paralel olarak da, TÜBİTAK’ın koordinatörlüğünde bir "Yer Gözlem İstasyonu" programa konulmuş durumda... Türkiye’nin, bu girişimleri sonucunda; uluslararası uzay gözlemleri projelerine ortak olarak katılmak, telekomünikasyon alanında yer istasyonu ve uydularını işletmek, meteorolojik gözlemler yapan uluslararası uydu kuruluşlarına ortak üye olarak katkıda bulunmak gibi hedefleri bulunuyor. Ülkemizin gelecek kuşaklarının çalışmaları için önemli bir atılım olacak olan bir "Türkiye Uzay Ajansı" veya eşdeğer bir kurumun yakın zamanda yapılanmasını tamamlaması en büyük dileğimiz.



Tüm bu projeler bir yana, bireysel çabalar da şimdilik mümkün görünüyor. Ülkemizde yeterli potansiyele sahip çok sayıda akademisyen-araştırmacı var. Bu araştırmacıların ve üniversitede yüksek lisans veya doktora düzeyindeki öğrencilerin çalışmaları için de ESA önemli avantjlara sahip bir kuruluş. Üstelik bireysel çalışma projeleri ile başvuru için önemli bir engel bulunmuyor.


Her şeyden önemlisi de, astronot olmak, uzay teknolojileriyle ilgilenmek gibi, "uzay"a ilişkin idealleri olan daha genç kuşakların da bu ideallerini gerçekleştirmeleri bu tür organizasyonlarla mümkün olabilir. Astronot olmak için yalnızca Avrupa ya da Amerikan vatandaşı olmak gerekmiyor, dolayısıyla, ESA, NASA ve benzeri organizasyonlar sayesinde, mesleğimizi ‘uzay’a yönelik seçme şansı giderek artacak...



General Mobile DST01


General Mobile DST01


Bu haftaki inceleme konuğumuz aynı anda iki telefon hattını kullanmaya izin veren General Mobile DST01.




Klasik bir yazı girişi olacak belki ama şu bir gerçek ki cep telefonları hayatımızı geri dönülmez bir şekilde değiştirdi. Artık cep telefonsuz gezmediğimiz gibi özellikle ekonomik sebeplerden dolayı artık 2 ya da 3 hat sahibi olmak da garip karşılanmıyor.


Birden fazla hat sahibi olmanın ana sebebi ekonomi. Uygun kampanyalar, şebeke içi görüşmelerin özendirilmesi ve hatta bazı firmaların yaptığı belli iki zaman dilimi arası neredeyse bedava konuşma kullanıcıları aynı anda iki ya da 3 hat sahibi yapıyor.


Birden fazla hat taşımak kulağa hoş gelse de aynı anda ikisini de açık tutmanın tek yolu iki telefon kullanmak. Ülkemize yeni giren bir marka olan General Mobile ise bu sıkıntıya son veren bir ürünle karşımıza çıkıyor: DST01. İki SIM kart yuvası olan ürün aynı anda iki hattın da açık kalmasını sağlayabiliyor. General Mobile DST01’i siz uruninceleme.com okurları için inceliyoruz:


KUTU İÇERİĞİ

•General Mobile DST01 cep telefonu

•Şarj cihazı

•İki adet pil (biri normal diğeri yedek)

•İki adet kalem (biri normal diğeri yedek)

•USB kablosu

•Stereo Kulaklık

•256 Mbyte microSD bellek

•Kullanım Kılavuzu Kitapçığı (Türkçe)


GENEL ÖZELLİKLER

•Çift SIM kartı teknoloji

•GSM 900 ve 1800 desteği

•5 cm (2 inç), 262.000 renk desteği olan LCD ekran

•300 adet kapasiteli telefon defteri

•WAP, GPRS, MMS, SMS, E-Posta desteği

•1.3 Megapiksel kamera

•MP3 çalar

•3GPP, MPEG4 desteği

•USB desteği (USB’den şarj olabilme)

•microSD bellek desteği




GENEL GÖRÜNÜM

Ebat olarak standart telefonlardan küçük olan ürün siyah plastik bantlarla çevrili gümüş alüminyum bir gövde sahip. Tasarımın şık ve estetik olduğunu söylemek mümkün.


Ürünün ön yüzünün neredeyse tamamını 5 cm’lik (2 inç) LCD ekran kaplıyor. Ekranın hemen altında 5 farklı kısa yol tuşunu barındıran özel bölüm bulunuyor. Bu bölüm ekranla bütünleşik olarak tasarlanmış. Ekranın bittiği noktada ve alt kısma yakın tarafta sağ ve sola yerleştirilmiş olarak duran ve üzerlerinde 1 ve 2 yazan arama tuşları bulunuyor. Bu iki tuşun tam ortasında ise AÇMA/KAPAMA ve gelen çağrıyı reddetmeye yarayan kırmızı renkli NO tuşu bulunuyor.


Üstten bakıldığında sol yan yüzde en uç kısımda stylus kalem (ki dokunmatik ekran bu kalemle kullanılıyor), ortada USB ve şarj için kullanılan yuva, alt kısımda ise bellek yuvası yerleştirilmiş.


Sağ yan yüzde ise bilek askısı için yuva, ses açma kapama tuşu ve fotoğraf çekerken kullanılan deklanşör bulunuyor.


Arka yüzde ise 2 Megapiksel kamera, kendinizi çektiğinizde görüntünüzü görmek üzere kullanılan ayna bulunuyor. SIM kart yuvaları ise arka yüzde bulunan kapakla korunan pilin hemen altına yerleştirilmiş.




KULLANIM - GENEL

General Mobile ismi ile ünlü General Electric firmasını çağrıştırsada bu sadece bir çağrışımdan ibaret. Aslında Çin’de üretimi yapılan bir ürün. Türkiye’de Genccel tarafından satılan telefon, standart özelliklerinin yanısıra çift SIM teknolojisi ile iki hattı aynı anda çalıştırabilme fonksiyonuna sahip.


Telefonun tuş takımı bulunmuyor. Bu sebeple kullanımı başlangıçta biraz sıkıntılı olabiliyor. Fakat alıştıktan sonra fazla bir sıkıntı olmuyor. Cihazda tuş takımı yerine 5 cm’lik (2 inç) dokunmatik ekran kullanılıyor. Dokunma işlemini parmağınızla yapabildiğiniz gibi beraberinde verilen ve yan yüze takılan kalemi de kullanmak mümkün. Parmakla dokunmatik olarak kullanmak pek kolay değil çünkü ekran yeteri kadar büyük değil (en azından PDA’lerdeki gibi büyük değil). Bu bakımdan özel kalemi kullanmanızı tavsiye ederiz.


Dokunmatik kullanım için genelde avuçiçi bilgisayarlarda gördüğümüz dokunma ayarını yapmanız gerekiyor. Yoksa ilk açtığınızda bizim gibi ‘bu neden tıklanmıyor’ diye söylenmeniz mümkün.


Ürünün genel kullanımı alıştıktan sonra çok kolay. Bütün işlemlerinizi ekrana dokunarak gerçekleştiriyorsunuz. Ayrıca çift SIM kart taktığınızda otomatik olarak her ikisi de kullanıma hazır hale geliyor. Çift SIM olayına aynen bilgisayarlarda olduğu gibi Master ve Slave olarak isim veriliyor. İlk yuvaya taktığınız Master ikinci yuvaya taktığınız ise Slave olarak atanıyor. İsterseniz herhangi bir SIM kartını pasif hale getirebiliyorsunuz. Detaylar ilerleyen satırlarda.


USB girişinden doğrudan bilgisayara bağlanabilen DST01 içeriğine yeni bir disk olarak erişebiliyor. Ancak bunun için telefonun kapanması gerekiyor. Bu biraz can sıksa da (telefon çalışırken de bellekteki dosyalara erişsek fena olmazdı. Ayrıca her USB bağlantısından sonra telefonu açmak pek eğlenceli değil) sonuçta harici belleğe erişebiliyor olmak güzel bir durum. Ayrıca cihaz bu özel USB yuvasından şarj olduğundan bilgisayara taktığınızda aynı zamanda şarj da edebiliyorsunuz.


DST01’de ne yazık ki Bluetooth fonksiyonu bulunmuyor. Günümüz modern telefonlarının birçoğunda bulunan bu özelliğinin olmaması bizi biraz şaşırttı. Bizce dosya paylaşımı, fotoğraf gönderme ve diğer cihazlarla iletişim için yaygın olarak kullanılan bu teknolojinin mutlaka bulunması gerekirdi.


KULLANIM - TELEFON

Telefonda artık sıklıkla görmeye alıştığımız Uçuş Modu (Flight Mode) bulunuyor. Uçak ya da telefon kullanmanın yasak olduğu diğer mekanlarda bu modu açarak telefon özelliği hariç diğer fonksiyonları kullanabiliyorsunuz.


Telefonda müzik dinlerken sesi dışarı verebiliyorsunuz. Dahili hoparlör aynı zamanda ellerboşta (handsfree) kullanım içinde değerlendirilebiliyor.


Telefonda dokunmatik olarak menülerde gezinebildiğiniz gibi menüye girdikten sonra seçenekler arasında yan yüzdeki ileri geri (ses açma/kapama ) tuşu ile de dolaşmak mümkün. Adres deftererinin 300 adetlik bir kapasitesi var. Her bir kayıt için 11 farklı bilgi girebiliyorsunuz. Bunlar arasında cep telefonu nuraması, e-posta adresi, ev telefonu numarası ve doğum günü gibi bilgiler bulunuyor. Ayrıca her bir numara için telefon ve özel melodi tanımlamanız mümkün. Genel olarak baktığımızda 300 kapasiteli adres defterinin yeterli olmayacağı görülüyor. Bu biraz daha fazla olsa fena olmazdı.


DST01 dual bant bir telefon. Yani GSM 900 ve GSM 1800 desteğine sahip. Bu sayede şu an ülkemizde desteklenen iki şebeke türü ile de çalışabiliyor. GPRS, WAP, MMS, SMS, E-Posta, 64 ton polifonik melodi sesi, MP3 melodi desteği ürünün diğer özellikleri arasında.


Telefonla görüşme yapmak için tuşsuz yani dokunmatik kullanıma alışmak gerekiyor. Önceden avuçiçi bilgisayar benzeri bir ürün kullanmışsanız alışmanız çok uzun sürmüyor. Fazla bilginiz yoksa bile alışmanız için çok uzun bir zamana ihtiyaç yok. Dokunma mantığına alıştığınızda kısa zamanda yüksek bir operasyon hızına sahip oluyorsunuz.


Yine de dokunmatik sistemin herkesin hoşuna gideceğini sanmıyoruz. Bu bağlamda Türkiye temsilcisi firmanın telefonun tuşlu versiyonunu da ülkemize getireceği bilgisini buradan vermek isteriz.


DST01’de ana ekranda MENU ve İsimler bölümü sabit olarak bulunuyor. Ayrıca ekranın alt kısmında 3’ü çeşitli fonksiyonlara ait, biri de kısayol tuşu olmak üzere 4 adet ikon bulunuyor. Ekranın bittiği yerde ise farklı fonksiyon tuşu kullanıcıyı bekliyor. Bu anlamda menülere erişmek hiç sorun değil. Özellikle kısayol tuşuna 10 farklı menü kısayolu atamak mümkün. Böylece hızlı bir şekilde istediğiniz özelliği kullanabiliyorsunuz.


Tuş takımını aratmamak adına yapılan bu operasyonlar ürünün kullanımını bir nebze olsun rahatlatıyor. Bu tip bir çözüm bulunmasaydı dokunmatik kullanım sıkıntı oluşturabilirdi.


İki farklı SIM kartı yuvasına sahip olan telefon doğal olarak çift hat destekliyor. Hangi hattı kullanacağınız ön yüzde üzerlerinde 1 ve 2 rakamları olan arama tuşları ile belirliyorsunuz. Hatlardan biri (bilgisayarlarda olduğu gibi) Master ötekisi ise Slave olarak atanıyor. İsterseniz herhangi bir hattı kapatmanız mümkün. Master olarak seçilen hattın telefon defteri otomatik olarak ana telefon defteri olarak kullanılıyor.


Merak edenler için söyleyelim: Telefonda aynı anda iki hattı ararsınız ilk aranan çalarken diğerine meşgul tonu gönderiliyor (bunu bizzat denedik). İlk telefonla görüşmenin ardından ‘Cevapsız Aramalar’ bölümünde arayan numarayı görebiliyorsunuz.


Çift hattı istediğiniz gibi kullanmanız mümkün. Yani birini açıp ötekisini kapatmanıza gerek yok (şu anki çift hat sistemleri genelde açma/kapama prensibi ile çalışıyor). İki hat da aynı anda ve aktif olarak çalışabiliyor. Bugüne kadar böyle bir şeyin olamayacağını söyleyenler için General Mobile DST01 güzel bir örnek.


MULTİMEDYA

Ürün MP3 desteğine sahip. Liste yapma, parçaları sıra ile çalabilmek için özel bir MP3 çalar yazılımı bile mevcut. Ayrıca müzik parçalarını çalarken ekolayzır ayarı da yapabiliyorsunuz. Ses kalitesine gelince: Böyle bir ürün yeterli kalitenin bulunduğunu söylemek mümkün. Beraberinde verilen kulaklık yan yüzde bulunan aynı zamanda bilgisayar bağlantısı ve şarj için kullanılan yuvaya bağlanıyor. Kulaklığın ses kalitesi de iyi denebilecek seviyede. Kulaklık girişi standart olmadığından farklı marka kulaklık kullanmak şimdilik biraz zor gibi görünüyor.


DST01’de video dosyalarını oynatmak için de ayrı bir yazılım bulunuyor. Ana menüdeki Windows Medya Çalar simgesine benzeyen ikona tıkladığınızda seçtiğiniz yerdeki (telefon hafızası ya da harici hafıza) uyumlu dosyaları otomatik olarak gösteriyor. Yazılım süper kabiliyetli olmasa da iş görüyor.


KAMERA

Telefonda 1.3 Megapiksel kamera bulunuyor. Bu kameranın çekimle ilgili birçok ayarı mevcut: Beyaz Dengesi, Deklanşör sesi (kapatılabiliyor), Poz telafisi (+4/-4 Ev), Gece Modu, Frekans (50 ya da 60 Hz) bunlardan bazısı. Ayrıca fotoğraf boyutunu 1280x1024, 640x480, 320x240, 160x120, 176x220 piksel olarak seçebilmek mümkün. Fotoğraflara Yüksek, Normal ve Düşük kalitesini atayabiliyorsunuz. Ancak benzerini başka telefonlarla da gördüğümüz fotoğrafa ‘resim’ adını verme sorunu bu üründe de var. Örneğin Resim Ayarları denmiş. Fotoğraf çekilir, resim yapılır. Bu bağlamda fotoğraf çekme özelliği olan bir üründe Resim kelimesinin kullanılması biraz yanlış oluyor.


Öte yandan fotoğraflara 14 farklı efekt vermek, 10 farklı çerçeve eklemek mümkün. Seri ve zamanlayıcılı çekimler ise ürünün diğer özellikleri arasında. Fotoğraf çekimi sırasında 4X’e kadar yakınlaştırma yapabiliyorsunuz.


Ürün aynı zamanda video çekimi de yapabiliyor ancak bunu kamera ile aynı bölümde değil, menüden ulaşılan ayrı bir bölümde yapıyor. Benzer ayarların bir kısmı video bölümünde de kullanılabiliyor.


Kameranın fotoğraf kalitesine baktığımızda çok başaralı olduğunu söylemek mümkün değil. Kapalı mekanları geçtik açık alanlarda ve gün ışığı altında bile çok kötü sonuçlar aldığımızı belirtmek isteriz. Biraz daha kaliteli bir şey olsaydı fena olmazdı.


Video kalitesi ise fotoğrafa göre daha iyi. Video kayıtları nisbeten daha net ve kabul edilebilir bir kalite seviyesinde.


Kamerada dahili ışık (LED lamba) ya da flaş bulunmuyor. Bu yüzden kapalı mekanlarda ve aydınlatması kötü yerlerde fazla bir işe yaramıyor.


PİL

General Mobile marka 4.2 V, 1000 mAh Lityum-İyon pil kullanan üründe pil ömrü ortalama 3-4 gün civarında. Karma bir kullanımla elde ettiğimiz bu değer şartlara göre azalıp artabilir. Genel olarak baktığımızda yeterli seviyede.


MENU

DST01’in menüsü temel olarak dört bölümden oluşuyor:

Ses ve Görüntü: MP3 Çalar, Videolar, Video Kaydedici, Kamera

Kişisel Bilgiler: Telefon Rehberi, Mesajlar, Arama Kaydı, Ajanda

Eğlence: Eğlence&Oyun, Servisler, Ses&Görüntü, Ekstra

Sistem: Ayarlar, Kullanıcı Tercihleri, Kısayollar, Dosya Yöneticisi


MENU’nün kullanımı dokunmatik sisteme alışmanın ardından çok da zor değil. Seçenekler telefon mantığına uygun tasarlanmış ve karışık değil. Ana menün ikonlarının büyük tasarlanması kullanım kolaylığı da sağlamış. Ancak Ajanda’nın ikonunun neden tornavida ve anahtar şeklinde olduğunu anlayamadık. Muhtemelen bir hata olmuş.


BELLEK

Telefonda dahili bellek bulunmuyor. Bu bakımdan mutlaka harici belleğe ihtiyaç var. Kutusundan bu ihtiyacı gidermek üzere 256 Mbyte bellek çıkıyor. Arzu eden kullanıcılar bu belleği artırabilirler. Kullanılan bellek kartı türü ise microSD. Tırnak büyüklüğünde olan bu kartların fiyatları bugünlerde makul seviyelerde.


Kutusundan çıkan bellek miktarı uzun yolculuklarda müzik dinlemek isteyenler için pek yeterli olmasa da genel olarak baktığımızda fena değil. Tavsiyemiz bu ürünü 1 Gbyte bellek ile kullanmanız yönünde.


BİLGİSAYAR BAĞLANTISI – YAZILIM

Ürünle beraber özel bir yazılım verilmiyor. Ancak USB kablosu ile bilgisayara bağlantı yaptığınızda ürün otomatik olarak tanınıyor (Windows XP için). Bu otomatik tanınmanın ardından bellek kartına erişerek dosya tranferi (MP3, data ya da video) yapabiliyorsunuz.



BEĞENDİĞİMİZ ÖZELLİKLERİ

•Çift hat desteği

•Uygun fiyat


BEĞENMEDİĞİMİZ ÖZELLİKLERİ

•Bluetooth yok

•Dokunmatik ekran herkesin hoşuna gitmeyebilir

•Kamera performansı daha iyi olabilirdi


SONUÇ - YORUM

Artan tarife ve seçenek sayısı bizi birden fazla hat taşımaya mecbur bırakıyor. Aynı anda iki hattı desteği ile farklı bir telefon olan General Mobile DST01, sadece bu fonksiyonu ile bile tercih edilebilecek bir ürün. ‘Bluetooth’un olmayışı, kamera performansının kötü oluşu ve dokunmatik ekran benim için önemli değil’ diyor ve ille de çift hatlı bir telefon istiyorsanız DST01 tam size göre.


General Mobile DST01

Desteklediği şebekeler: GSM 900, GSM 1800

Ekran: 5 cm ( 2 inç) LCD, 262.000 renk

Kamera: 1.3 Megapiksel

Bellek: microSD bellek yuvası

Bilgisayar Bağlantısı: USB

Diğer özellikler: E-posta, GPRS, WAP, MMS, 64 ton polifonik zil sesi, MP3 ve MPEG4 desteği, Ses kaydedici, El yazısı tanıma fonksiyonu, Ajanda, Takvim, Kronometre, dünya saati, Hesap makinesi, USB’den şarj olabilme

Ebatlar: 51x92x16 mm

Ağırlık: 80 gram

Fiyatı: 799 YTL (KDV dahil)